Artık gerçekten ihtiyacım olmayan şeyleri alma dürtüm azaldı. Ama işin ironisi şu: tüketici davranışları teorileri bana diyor ki yaş ilerledikçe alışveriş motivasyonlarımız değişiyor.
20’lerimde marka logolarıyla “Ben de buradayım!” diye bağırıyordum. 30’larımda “Herkes gibi olayım da eksik kalmayayım” modundaydım. 40’a yaklaşınca fark ettim: Asıl değer; “eksiltme”de, “azaltma”da, “gerçekten bana hizmet eden” şeylerdeymiş.
Teoriler de bu dönüşümü doğruluyor.
- Self-Discrepancy Theory (Higgins, 1987): İdeal benlik ile gerçek benlik arasındaki fark, tüketimle doldurduğumuz bir boşluk yaratır. 20’lerimde logolu tişörtlerim “ideal benliğe” yaklaştırıyordu. Şimdi o farkla kavga etmeyi bırakıp “Ben buyum” diyebiliyorum.
- Symbolic Interactionism (Blumer, 1969): Tüketim, başkalarının gözünde kim olduğumuzu göstermek için sembollerle kurulur. 30’larımda “herkes gibi olmak” için alışveriş yaptığımda aslında sembollerle aidiyet arıyordum.
- Theory of Planned Behavior (Ajzen, 1991): Davranışlarımız, niyetlerimiz ve kontrol algımızla şekillenir. 40’a gelince, tüketim üzerinde kontrolüm arttı. Daha az “dürtü”, daha çok “niyet” var artık.
- Mindfulness Theory: An’da kalmak, tüketimde de daha bilinçli tercihler yapmayı getiriyor. Sepet küçülüyor ama içimdeki huzur büyüyor çünkü tüketim artık farkındalıkla seçilmiş bir deneyime dönüşüyor.
Kısacası, alışveriş sepetim küçüldü. Ama içimdeki huzur büyüdü. Ve sanırım bu, hayatımın en kârlı yatırımı oldu.
“Ne Satın Alırsan O’sun” bülteninde hep söylediğimiz şey tam da buydu: Alışveriş yalnızca ürün seçmek değil; kimliğimizi nasıl tanımladığımızı, hangi boşlukları doldurmaya çalıştığımızı, hangi noktada da artık “doldurmayı bırakabildiğimizi” gösteriyor.